27/05/1982
Ah!
Az daha ölecektim! Ömrümde bu kadar korktuğumu
hatırlamıyorum.
Beni bir şehirde
birileri arıyordu. Bana pek dost olmayan kişiler.
Yer yer kaçiyordum onlardan. S. orana burada gözüme
çarpıyor yahut bir yerden ismi kulağıma
geliyordu. Oysa ben de onu arıyordum. Fakat O ele
avuca gelen yakalanan bir şey değildi. Bazen
kafama bir yerden hizla bir sopa iniyor, bazen içi pislik
dolu çürük bir araba tekerleği bir yerlerden üzerime
yuvarlanıyordu
Küçük kovboy kasabası gibi
bir yerde habire öldürmek için biribirimizi arıyorduk.
Küçük bir arabam ve içinde birileri vardı.
Hatırlamak istemiyorum, fakat galiba Karım
ve çocuğumdu onlar. Arabayı, habire
ezmek istediğim bir insanın peşinden
sürüyordum. Bu insan elinde tabancayla her yerde
beni arıyan adamdı. Yolun sağında
duran bir başka adamın bacağına
vuruyorum. Ağzından kusmuk ve kan fışkırıyor.
Rüyâdamıyım diye düşünüyorum bir
an. Başım müthiş ağrıyor.
Koca koca adımlarla devler gibi oradan kaçıyorum.
Her yerden kaçıyorum. S.benim düşmanım.
Büyük boş bir dükkanın asma katında
saklanmışken aşağıdan
S.nin içeriye girdiğini hissediyorum. Başımı
kaldırığımda O beni görüyor.
Zaten biliyormuş orada olduğumu. Nezir
seni görmek istediğim için iş yerimden
ayrıldım. Başım için bir hap
almam lazım. Beni işten sonra bekle
geleceğim sevgilim dedi. Beyaz uzun bir
iş önlüğü vardı üzerinde. Kasapların
giydiği türden Sonra bir minibüsün içinde
çarşıdan geçiyordum. Beni polisler kovalamaya
başladı. Ellerinde uzun menzilli silahlar
sanki bir devlete karşı savaşa
gidiyorlardı. Aşağı atladım
ve karşılıklı biribirimize
ateş etmeye başladık. Bir şarap
fıçısının arkasına saklandım.
Tam önümde bir ayak siper gibi yükseliyordu ve
bu ayak benden bir misli daha yüksek duruyordu.
Bir kılıçta onu kestim. Başı
bulutların arasında cıyak cıyak
bağırıyordu.
|
|
Sonra
nasıl olduysa yakalanmışım. Beyaz
önlüklü ihtiyar bir doktor beni olay yerinde sorguya
çekiyor. Toprağın üzerini eliyle düzeltip
burada olayı nasil yaptiğını bana
çiz diyor. Aynen anlattım. Birini öldürdüm dedim,
oysa tek bacaĝıni yaralamşım! Yanımda
tanıdık sivil biri duruyor ve bana akıl
veriyordu. Söyle, O, önüme kendisi çıktı.Elinde
bu adam ne taşıyordu sorusuna cevap veremedim.
Sivil adam yanımdan hemen atıldı: Elinde
bir bidon benzin taşıyordu, de dedi. Ben
de aynı dedim.
Bir
odaya aldılar hepimizi. Burası yarı gece
pavyonu yarı laboratuar gibiydi. Doktor benim kafamı
eline alıyor, iplerle bezlerle sarıyor sonra
temizlemem için bana geri veriyordu. Ben alıyordum.
Suratımın her tarafından geçen halat
gibi ipleri çözüyordum ve lavaboda yıkayıp
temizlenmiş vaziyette beyaz önlüklü doktura geri
veriyordum. Arada babamla ilgili, S,neyle ilgili, karımla
ilgili bir şeyler oldu. Kafam doktorun elinde alduğu
için neler oluyordu bilmiyorum. Doktor kafamı ne
zaman kesmişti? Ben kimseyi görmüyordum. Bazen
doktor bir şeyler yapıyordu. İşte
o zaman kendimi karşımda duran ve başsız
hareket eden bir cisim olarak farkediyor, o sivil adamı,
doktoru, karmakarışık bir samanlığa
benzeyen bu laboratuarı ve de yan tarafta meraklı
bakışlarıyla eline bir şey verilmesini
bekleyen berber çırağı kılığındaki
küçük bir erkek çoçuğunu hayâl meyâl farkediyordum.
Doktor
bana daha bir çok kereler bu başı verdi ve
tekrar geri aldı.En sonunda birdenbire değişikliğin
farkına vardım. Baş kocaman büyümüştü,
bana asla benzemiyordu! Çikolata gibi kapkaraydı,ciĝer
gibi kanlı, dil gibi yumuşak ve koca koca
çatlaklarla doluydu. Kemiksizdi. Elimde gerçekten bir
koca ciğerden farksız duruyordu. Fakat gözleri
vardı. Aĝzı yarı açıktı
ve müthiş bir korkuyla bakıyordu. Bu baş,
ben değildim! Bana ait değildi! Elime verildiğinde
en az on yerinden kablolarla, hortumlarla sarılıydı.
Onları çözmeye çalıştım. Mesela
elimi burnuna değdirdiğim zaman, bir şeyler
söylemek için ağzını açıyor, gözleriyle
bana bir şeyler işaret ediyor, bazen de tehdit
ediyordu.
Yıkamak
için musluğa götürdüm. Bütün oradakiler hep beraber
bağırdılar: Orada yikama! Musluğu
kirletme! Sivil adam, doktor ve çırak tam üzerime
yürürlerken baş birdenbire elimden düştü,
paramparça oldu, dağıldı. Bir harekettir
başladı. Şimşekler çaktı. Bu
baş o bacağını kestiĝim dev
adamın başıydı. Dipdiri canlanıverdi.
Damı, duvarları dağittı.Her kes
orada bana karşı istediği bir şekle
girdi. Çığlıklar atarak kaçtım.
Sokakta beni delice kovalamaya başladılar.
Tam yakalayacakları sırada bir çığlıkla
uyandım
Başım
hala daha korkunç ağrılar içinde. Uyanır
uyanmaz etrafıma bakındım. Koca odada
en az on tane boş yatak var; çizgili, gri, kalın
Yataklar
ranzaların üzerinde, battaniyesiz, çarşafsız
Cesetler gibi sessiz, ürkütücü bir biçimde yatıyorlar.
Üç yatak sağımda tek Robert yatmakta, bir
zenci. Onu her zaman çok sevdim fakat o rüyâdan uyandığım
an suratı bana kara dağlar gibi korkunç göründü.
Her şeyin anası oymuş gibi orada sessiz
yatiyordu. Dışarda dinmek bilmeyen rüzgâr
huşurtusu, kulağımın dibinde çalışan
bir vantilatörü andırıyordu.
Saat 03.40 (Viyana - Polis
Hapishanesi)
Robert uyandı,
çişini yapmak için
tuvalete gitti. Allahım!
Ne küçük, ne sevimli bir
yaratik O! Günahını
almışım.
Sadece On iki şilinglik
bir metro bileti için zavallıyı
iki haftadır burada
tutuyorlar.
Gözlerimi
tavandaki küçük ışıktan
ayırmayıp uzun
bir sure hareketsiz kendime
gelmeye çalıştım.
|
1.ci
sayfaya dönmek için
tıklayın
|
|