Bu
günüm çok neşeli geçti.Hemen hemen bütün gün dışardaydım.
Hücreme geri getirildikten sonra kahkahalarla güldüm.
Sabahleyin
her günki gibi 06.30 da uyandırıldım.
Yatağımı topladım. Kahvaltı
geldi. Her zamankinin aynısı. Iki dilim kuru
ekmek ve bardaktan çok tencereye benzeyen alumuniyum
bir tasta soğuk çay. YüzUmU yIkadım ve başladım
ellerim arkamda odamın içinde dolaşmaya. Bütün
günlerim bu şekilde geçiyor. Her şey o kadar
düzenli ki, uyanma saati, kahvaltı saati, öğlen
akşam saatleri ve uyku saati..
Bir tek tuvalete çıkma saatini benim kendi arzuma
bırakmışlar. Sabahları yüz yıkamak
için yan taraftaki odaya götürdüklerinde iki polis kolumdan
tutuyor, belki kaçarım falan diye. Normal şekilde
önlemler zaten o kadar sıkı ki, içerde bir
tek polis olmasa
ve benim kaçıp kortulmama göz yumulsa dahi hiç
bir şekilde kaçabilmeme imkân yok. Üçüncü katta
tek kişilik bir hücredeyim. Alt kata varıncaya
kadar arka arkaya hepsi de kilitli en az 10-15 tane
demir parmaklıklı kocaman kapılar var.
Hem sonra ben burasını sevmeye başladım.
Gök yüzünü ve tabiatı göremiyorum fakat her şeyi
düşünebilmek için bol bol zamanım var. Gelecekte
yapacağım resimlerim için malzeme topluyorum.
Mesela S.'eden kaynaklanan yılan kadın, tenha
uydular, uzak gezegenler, yeni tipler, hapishaneler
ve pencereleri
Bunlar yeni resimlerim için iyi malzeme
olacaklar. Hem hapishaneye girmem, daha doğrusu
S.nenin bana yaptığı kalleşlik
ve ihanet, kendime dönmem için iyi bir bahane oldu.
Maddi yönden çok şey kaybettim ama inanıyorum
ki kazanacaklarım
daha önemli olacaklar. Karıma, çocuğuma, aileme
kavuşacağım ve bir daha da onlardan hiç
ayrılmayacağım.
Bu
günüm çok eğlenceli geçti demiştim. Evet,
ben ellerim arkamda dolaşırken birilerinin
benim kapımı açmaya çalıştıklarını
duydum. Anahtar şangırtıları, küfürler,
tekmelemeler falan
Benim kapım dışardan
normal anahtarla bile açılacak gibi değil
galiba. Her seferinde açmak böyle zor oluyor. Neyse
iki polis beni kollarımdan tutup yazıhaneye
kadar götürdüler. Orada bekleşen bir sürü insanlar
vardı. Bir iki
de tanıdık
Hayri ve Mustafa. Evlendikleri
zaman tercümanlıklarını ben yapmıştım.
Onları benden önce dışarı çıkarıp
hapishane arabalarına bindirdiler. En son olarak
beni götürdüler. Aynı kamyonda, bir metre kareden
daha küçük ve hiç bir deliği olmayan ayrı
bir hücreye tıktılar. Bu benim hapishanedeki
hücremin onda birinden daha küçük bir yerdi. Zor nefes
alabiliyordum. Halbuki bütün diğerleri arkada rahatça
beraber oturuyorlardı. Bu ayrıcalık bana
biraz tuhaf gibi geldi. Neyse kamyon sağa gitti,
sola gitti
en sonunda bir yerlere geldik. Burası, yabancılar
polisiydi. (
hay Allah ! Kapım yine tekmeleniyor !
Yatağımı indirmeye geliyorlar galiba.
Bu saatte uyku mu olurmuş ? Hayatımda
hiç buradaki kadar erken yatmamıştım.
Böyle giderse tembelin biri olup çıkacağım
)
Her kes indirildikten sonra iki tane dev cüsseli polis
beni kollarımdan tuttular Das ist sehr koplesierte
dediler biribirlerine. Bütün sorguya çekilecekler bir
salonda bekleşiyorlardı. Mustafa dahi oradaydı.
Beni içeriye sokan iki kişi, bir başka
iki kişiye Das
ist sehr koplesiert diyerek geri gittiler. İkinci
iki kişi tekrar kollarımdan tutarak beni dipte
bir hücreye soktular. Kocaman bir hücreydi burası.
İçim açıldı biraz. Bütün duvarlar resimlerle
yazılarla doluydu. Başladım bazılarını
okumaya.Birisi
şöyle yazmış : Sonunda kara
tahtadan olacaksa tahtım, sikimdedir nereye giderse
karabahtım. Çoğu Avusturya polisinin
götverenliğinden söz ediyor ve nolacak onlar
geri göndermesini biliyorlarsa biz de geri gelmesini
biliriz diyorlar. Bir
yerde Ne Amerika,
ne Çin, her şey Türkler ve Türkiye için ,
imzası da şöyle : Tanrı türkü
korusun Daha
daha
Arapçadan, Rusyadan, her lisandan
şiirler ve sözler var. Bir başka turk de yanlış
manlış Mehmet Akif Ersoyun İstiklal
marşından bir dörtlük
yazmış duvara kaba uçlu bir kalemle :
Ben
ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım
Hangi
çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım...
ve altında
kendi imzası var: İsmail Sarıkoyunluoğlu
Bu
hücrede kendimi çok hür hissettim. Ben de bir şeyler
yazmak istiyordum
fakat yanımda yazacak bir şey yoktu. Zaten
gelip beni hemen götürdüler. Karşısına
çıkarıldığım adam tanıdık
bir tipti. Vise temini için hep onun yanına gelirdim.
Şimdi onu hiç de eskisi gib iyi niyetli görmedim.
Büroya geçtik. Burada genç güzel bir sekreter
kız ve çok çok ihtiyar (en az 75 yaşında)
beli bükük bir tercüman kadın bizi bekliyorlardı.
Ihtiyar kadın beni görür görmez gülümsemeye, bana
sokulmaya başladı. Sandalyesini güçlükle yanıma
çekti. Genç memur bir şeyler sordu, kendim cevaplandırdım.
Çünkü
ihtiyar kadın ne sorulduğunu duymamıştı
bile. Onun bir soruyu anlayabilmesi için kulağına
mutlaka bir kaç kere bağırmak gerekiyordu.
Ona zaten gerek bile yoktu çünkü ben bütün sorulanları
cevaplandırabilecek durumdaydım. İhtiyar
kadın hayatından çok memnun,
hiç bir şey yapmadan habire gülümseyip duruyordu.
Bir ara genç polisi kolundan dürtüp beni gösterdi ve
İsa peygambere ne kadar çok benziyor değil
mi ? Apaydınlık, nurlu bir yüzü var
dedi. Genç polis bana ters ters baktı, başımı
önüme eğdim, kahkahayla
gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Biraksalar, ihtiyar
kadın önümde yerlere kadar eğilip ibadet etmeye
hazırdı. Genç polis habire ve yüksek sesle
benim kağıtlarıma kötü kötü şeyler
yazdırıp duruyordu : Şu kadar
kişinin viselerini almış , " Şu
kadar kişiyi sınırdan sokmuş ,"eks"..
İhtiyar kadın bunları duydukça şöyle
bir yutkunuyor ve zorlukla derin bir nefes alıp
tekrar gülümsüyordu. Bunlar bana iftira ediyorlar
falan deyiversem yazılanların hiç birine asla
inanmayacaktı ! Kağıtları hiç
okumadan imzaladım. Beni suçlayan her kağıdın
altında S.nin imzası vardı. Genç polis
yanındakine herhalde bunlerı perşembeye
kadar sınır dışı ederiz
dedi. O, benim bu habere çok üzüleceğimi zannetti.
Asla ! Son günlerde duyduğum en güzel haber
bu. Ahh !
Türkiyem ! Karıma, çocuğuma, Anneme kavuşmak
istiyorum ! Ama önce S.le hesaplaşmam lazım.
O orospunun cezasını vereceğim !
Laf olsun diye polise peki benim mahkemem yapılmayacak
mı, diye sordum. Alaylı alaylı
sonucu sana Türkiyeye gönderirler
dedi. Doğrusu hiç de üzülmedim !
Beni
yine aynı hücreye götürüp tıktılar. Genç
polise çok sıkıştığımı,
mümkünse beni tuvalete götürmesini söyledim. Meşgulüm
dedi götürmedi. Ben de hücrenin duvarlarına işedim.
Her taraf sırılsıklam oldu ve acaip koktu.
Oturup kendi kendime gülmeye başladım. Biraz
sonra Mustafayı içeri getirdiler. Mustafa burnunu
tıkayarak içeri girdi. Ona işediğim duvarları
gösterdim. Iyi etmişsin dedi, o da
tam işemeye hazırlanıyordu ki, bizi götürmek
üzere iki tane takım elbiseli,
kıravatlı polis içeri girdiler ve hemen tekrar
dışarı kaçtılar. Kim yaptı
bunları ? diye sordu birisi. İkimiz
birden Biz bilmiyoruz dedik. Sizden
başka kim var burada, siz bilmeyeceksiniz de şeytanlar
mı bilecek dediler ve birer bezle birer
kova tutuşturdular elimize. Benim kova su yerine
yarıya kadar sıvı bir sabunla doluydu.
Hepsini orta yere döktüm. Hücrenin tabanı köpükle
doldu taştI. Adamlar her şeyi olduğu
gibi bıraktırıp biribirlerine amma
da koplesiertmiş bu diyerek bizi tekrar hapishane
arabalarına götürdüler.
Bu defa ben de arkadakilerin arasındaydım.
Üçü kız olmak üzere toplam yedi kişiydik.
Yemekten
sonra beni alıp tekrar başka bir karakola
götürdüler. Oradan da dördüncü bir arbayla hücreme geri
döndüm. Uzun bir
tatilden dönmüşüm
gibi rahatım
şimdi.
Viyana
,Polis hapishanesi_1982
|
1.ci
sayfaya dönmek için
tıklayın
|
|