Şiirler

öncesi

devamı


           Bu günüm çok neşeli geçti.Hemen hemen bütün gün dışardaydım. Hücreme geri getirildikten sonra kahkahalarla güldüm.

   Sabahleyin her günki gibi 06.30 da uyandırıldım. Yatağımı topladım. Kahvaltı geldi. Her zamankinin aynısı. Iki dilim kuru ekmek ve bardaktan çok tencereye benzeyen alumuniyum bir tasta soğuk çay. YüzUmU yIkadım ve başladım ellerim arkamda odamın içinde dolaşmaya. Bütün günlerim bu şekilde geçiyor. Her şey o kadar düzenli ki, uyanma saati, kahvaltı saati, öğlen akşam saatleri ve uyku saati.. Bir tek tuvalete çıkma saatini benim kendi arzuma bırakmışlar. Sabahları yüz yıkamak için yan taraftaki odaya götürdüklerinde iki polis kolumdan tutuyor, belki kaçarım falan diye. Normal şekilde önlemler zaten o kadar sıkı ki, içerde bir tek polis olmasa ve benim kaçıp kortulmama göz yumulsa dahi hiç bir şekilde kaçabilmeme imkân yok. Üçüncü katta tek kişilik bir hücredeyim. Alt kata varıncaya kadar arka arkaya hepsi de kilitli en az 10-15 tane demir parmaklıklı kocaman kapılar var. Hem sonra ben burasını sevmeye başladım. Gök yüzünü ve tabiatı göremiyorum fakat her şeyi düşünebilmek için bol bol zamanım var. Gelecekte yapacağım resimlerim için malzeme topluyorum. Mesela S.'eden kaynaklanan yılan kadın, tenha uydular, uzak gezegenler, yeni tipler, hapishaneler ve pencereleri… Bunlar yeni resimlerim için iyi malzeme olacaklar. Hem hapishaneye girmem, daha doğrusu S.’nenin bana yaptığı kalleşlik ve ihanet, kendime dönmem için iyi bir bahane oldu. Maddi yönden çok şey kaybettim ama inanıyorum ki kazanacaklarım daha önemli olacaklar. Karıma, çocuğuma, aileme kavuşacağım ve bir daha da onlardan hiç ayrılmayacağım.

   Bu günüm çok eğlenceli geçti demiştim. Evet, ben ellerim arkamda dolaşırken birilerinin benim kapımı açmaya çalıştıklarını duydum. Anahtar şangırtıları, küfürler, tekmelemeler falan… Benim kapım dışardan normal anahtarla bile açılacak gibi değil galiba. Her seferinde açmak böyle zor oluyor. Neyse iki polis beni kollarımdan tutup yazıhaneye kadar götürdüler. Orada bekleşen bir sürü insanlar vardı. Bir iki de tanıdık… Hayri ve Mustafa. Evlendikleri zaman tercümanlıklarını ben yapmıştım. Onları benden önce dışarı çıkarıp hapishane arabalarına bindirdiler. En son olarak beni götürdüler. Aynı kamyonda, bir metre kareden daha küçük ve hiç bir deliği olmayan ayrı bir hücreye tıktılar. Bu benim hapishanedeki hücremin onda birinden daha küçük bir yerdi. Zor nefes alabiliyordum. Halbuki bütün diğerleri arkada rahatça beraber oturuyorlardı. Bu ayrıcalık bana biraz tuhaf gibi geldi. Neyse kamyon sağa gitti, sola gitti en sonunda bir yerlere geldik. Burası, yabancılar polisiydi. (…hay Allah ! Kapım yine tekmeleniyor ! Yatağımı indirmeye geliyorlar galiba. Bu saatte uyku mu olurmuş ? Hayatımda hiç buradaki kadar erken yatmamıştım. Böyle giderse tembelin biri olup çıkacağım…) Her kes indirildikten sonra iki tane dev cüsseli polis beni kollarımdan tuttular “ Das ist sehr koplesierte ” dediler biribirlerine. Bütün sorguya çekilecekler bir salonda bekleşiyorlardı. Mustafa dahi oradaydı. Beni içeriye sokan iki kişi, bir başka iki kişiye “ Das ist sehr koplesiert ” diyerek geri gittiler. İkinci iki kişi tekrar kollarımdan tutarak beni dipte bir hücreye soktular. Kocaman bir hücreydi burası. İçim açıldı biraz. Bütün duvarlar resimlerle yazılarla doluydu. Başladım bazılarını okumaya.Birisi şöyle yazmış : “ Sonunda kara tahtadan olacaksa tahtım, sikimdedir nereye giderse karabahtım. ” Çoğu Avusturya polisinin götverenliğinden söz ediyor ve n’olacak “ onlar geri göndermesini biliyorlarsa biz de geri gelmesini biliriz ” diyorlar. Bir yerde “ Ne Amerika, ne Çin, her şey Türkler ve Türkiye için ”, imzası da şöyle : “ Tanrı türkü korusun ” Daha… daha…Arapçadan, Rusyadan, her lisandan şiirler ve sözler var. Bir başka turk de yanlış manlış Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal marşından bir dörtlük yazmış duvara kaba uçlu bir kalemle :

   “ Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım
  
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım... ”
  
ve altında kendi imzası var: İsmail Sarıkoyunluoğlu

   Bu hücrede kendimi çok hür hissettim. Ben de bir şeyler yazmak istiyordum fakat yanımda yazacak bir şey yoktu. Zaten gelip beni hemen götürdüler. Karşısına çıkarıldığım adam tanıdık bir tipti. Vise temini için hep onun yanına gelirdim. Şimdi onu hiç de eskisi gib iyi niyetli görmedim. Büroya geçtik. Burada genç güzel bir sekreter kız ve çok çok ihtiyar (en az 75 yaşında) beli bükük bir tercüman kadın bizi bekliyorlardı. Ihtiyar kadın beni görür görmez gülümsemeye, bana sokulmaya başladı. Sandalyesini güçlükle yanıma çekti. Genç memur bir şeyler sordu, kendim cevaplandırdım. Çünkü ihtiyar kadın ne sorulduğunu duymamıştı bile. Onun bir soruyu anlayabilmesi için kulağına mutlaka bir kaç kere bağırmak gerekiyordu. Ona zaten gerek bile yoktu çünkü ben bütün sorulanları cevaplandırabilecek durumdaydım. İhtiyar kadın hayatından çok memnun, hiç bir şey yapmadan habire gülümseyip duruyordu. Bir ara genç polisi kolundan dürtüp beni gösterdi ve “ İsa peygambere ne kadar çok benziyor değil mi ? Apaydınlık, nurlu bir yüzü var ” dedi. ” Genç polis bana ters ters baktı, başımı önüme eğdim, kahkahayla gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Biraksalar, ihtiyar kadın önümde yerlere kadar eğilip ibadet etmeye hazırdı. Genç polis habire ve yüksek sesle benim kağıtlarıma kötü kötü şeyler yazdırıp duruyordu : “ Şu kadar kişinin viselerini almış ”, " Şu kadar kişiyi sınırdan sokmuş ”,"eks".. İhtiyar kadın bunları duydukça şöyle bir yutkunuyor ve zorlukla derin bir nefes alıp tekrar gülümsüyordu. “ Bunlar bana iftira ediyorlar ” falan deyiversem yazılanların hiç birine asla inanmayacaktı ! Kağıtları hiç okumadan imzaladım. Beni suçlayan her kağıdın altında S.’nin imzası vardı. Genç polis yanındakine “ herhalde bunlerı perşembeye kadar sınır dışı ederiz ” dedi. O, benim bu habere çok üzüleceğimi zannetti. Asla ! Son günlerde duyduğum en güzel haber bu. Ahh ! Türkiyem ! Karıma, çocuğuma, Anneme kavuşmak istiyorum ! Ama önce S.’le hesaplaşmam lazım. O orospunun cezasını vereceğim ! Laf olsun diye polise “ peki benim mahkemem yapılmayacak mı, ” diye sordum. Alaylı alaylı “ sonucu sana Türkiyeye gönderirler ” dedi. Doğrusu hiç de üzülmedim !

   Beni yine aynı hücreye götürüp tıktılar. Genç polise çok sıkıştığımı, mümkünse beni tuvalete götürmesini söyledim. “ Meşgulüm ” dedi götürmedi. Ben de hücrenin duvarlarına işedim. Her taraf sırılsıklam oldu ve acaip koktu. Oturup kendi kendime gülmeye başladım. Biraz sonra Mustafa’yı içeri getirdiler. Mustafa burnunu tıkayarak içeri girdi. Ona işediğim duvarları gösterdim. “ Iyi etmişsin ” dedi, o da tam işemeye hazırlanıyordu ki, bizi götürmek üzere iki tane takım elbiseli, kıravatlı polis içeri girdiler ve hemen tekrar dışarı kaçtılar. “ Kim yaptı bunları ? ” diye sordu birisi. İkimiz birden “ Biz bilmiyoruz ” dedik. “ Sizden başka kim var burada, siz bilmeyeceksiniz de şeytanlar mı bilecek ” dediler ve birer bezle birer kova tutuşturdular elimize. Benim kova su yerine yarıya kadar sıvı bir sabunla doluydu. Hepsini orta yere döktüm. Hücrenin tabanı köpükle doldu taştI. Adamlar her şeyi olduğu gibi bıraktırıp biribirlerine “ amma da koplesiertmiş bu” diyerek bizi tekrar hapishane arabalarına götürdüler. Bu defa ben de arkadakilerin arasındaydım. Üçü kız olmak üzere toplam yedi kişiydik.

   Yemekten sonra beni alıp tekrar başka bir karakola götürdüler. Oradan da dördüncü bir arbayla hücreme geri döndüm. Uzun bir tatilden dönmüşüm gibi rahatım şimdi.

                                                                                                                               Viyana ,Polis hapishanesi_1982  

1.ci sayfaya dönmek için tıklayın