Şiirler

NUR İÇİNDE YAT (Hirit'ten anılarım)

 Bana rüya gibi,duyumsuz, hoş, renkli anlar yaşattın. Sana hayatımın en güzel dakikalarını borçluyum.

  Önceki geceyi eski adı Kelhok olan Bozköy'de geçirdim. Babam birkaç günden beri oradaki akrabalarımızda misafir. Annem dayılarımın köyü olan Düzköy'de kaldı. Bildim bileli Tahır Dayım Düzköy'ün muhtarlığını yapıyor. Ayrıca Kâzım, Ezdin ve Hamdin dayılarım da yine bu köyde oturuyorlar. Kız kardeşim Fazile bu köyde Ezdin dayımın oğluyla evli. Bu bölgedeki bütün köylüler gibi onlar da tarlalarda çalışarak hayatlarını kazanıyorlar. Her şey kolla kürekle yapıldığı için doğrusu işleri oldukça zor. Geldiğimin birinci gecesi onlarda kaldım.

  Bozköy'e Ezdin dayımla beraber geldik. O beni kestirme bir yoldan getirdi. Babam amcamoğlu Cevat'ın evindeydi. Askere gitmeden önceki gelişimde, Cevat'ın babasI yani Amcam Hacı Mehmet Emin bu evde ölüm döşeğinde yatıyordu. Ne akıllı bir insandı O!

  Neler biliyordu! Yedi kat gökleri, yıldızları, melekleri, mahşer gününün korkunçluğunu, insan ilişkilerinin Tanrı katında nasıl değerlendirildiğini, ölümü ve ölümden sonraki sonsuzluğu büyük bir hararetle ve gözleri yaşararak anlatmıştı bana. Anlattıklarının doğru olup olmadığına aldırmaksızın coşkun anlatışına kapılarak onunla birlikte kendimi an an ölüme yaklaşan biri gibi hissetmiştim. Sanki bana yapacağı uzun yolculuğun güzergâhını çiziyordu. Evine dönmek üzere, elinde valizi otobüs bekleyen sabırsız bir yolcunun hayecanı ile hazır bakliyordu. Onun ölüme gitmek isteyişindeki büyük heyecanı ne anlayabiliyordum ne de unutabiliyorum. Yanında başkaları varken suskun duruyor benimle baş başa kalınca da geveze bir çocuk gibi nefesi iyice kesilinceye kadar habire anlatıyordu. Bu onunla son görüşmemiz oldu zaten. Ben köyden ayrıldıktan bir iki gün sonra öldü.

  Şimdi yatağının yerini boş görünce içime büyük bir hüzün çöktü. Babam beni gördüğüne çok sevindi ben de onu çok özlemiştim. Bu köylerde her kes Babamı Annemi çok sever. Babam gittiği yerde bir günden fazla kalmak istemez hiç. Her zaman her kese yük olduğunu sanır. Böyle bir şey asla söz konusu olmasa bile…

  O akşam orada yattık. Kezban'nin kocası Hasan da gelip akşam yemeğini bizimle yedi. Fakir, kendi halinde, kimsesiz bir çocuk O. Ilk yedi yılım onlarla birlikte geçti. Köyün hemen girişinde şimdi oturdukları evin bitişiğindeki ev bizim evimizdi. Nerde "Doğduğum ev ne güzeldi" şarkısını duysam hep bu evimizi hatırlarım. Soğuk kış günleri, bütün aile fertleri bir arada tandır başında uyuduğumuz günleri halâ anımsıyorum. Konuşmayı, yürümeyi, insanları ve doğayı sevmeyi, çizmeyi hep bu köyde, bu insanların arasında öğrendim. Kezban'ların evi de bizim evin yanındaydı. Küçükken onu dövdüğüm günleri çok iyi hatırlıyor. Bir keresinde yüzüne bir kedi fırlatmıştım. Hasan'ı da her zaman döverdim. Çok obur fakat sakin, sessiz bir çocuktu O. Çiğ et bile yerdi. Bir keresinde, kurban kesen bir köylü, evlerimize götürelim diye bize birer parça et vermiştı. Hasan daha evine varmadan götürdüğü böbregğin yarısını yolda çiğ olarak yemişti. Ben altı O beş yasındaydı. Babası ve annesi O daha daha çok küçükken öldüğü için, amcası yani Kezban'ın babası onu yanına almıştı. Bu evde küçük yaşına rağmen en zor işlere koşarak askerlik çağına kadar karın tokluğuna çalışan bir besleme olarak gerçek kişiliğinden uzak bir hayat yaşadı. Çalıştığınin karşılığında hiç para almadı. Kezban'la aynı çatı altında yaşadılar. Fakat Kezban hiç bir zaman onu evlenebileceği bir erkek olarak görmedi onu, bacı kardeş gibi büyüdüler. Fakat Hasan, O, başından beri Kezban'a gizlice aşık olmuştu.

  Hasan daha sonra askerliğini yaptı ve kendi hayatını kendi kazanmayı denedi. Bu defa da Kezban'nın babası, yani kendi amcası onu bırakmak istemedi. Çalışacak başka rençberi olmayan bir ev, her işe onu koşturmaya alışmıştı çünkü. Tekrar köye geri getirttiler. Kezban ondan nefret ettiğini, onun yüzünden hiç bir isteklisinin çıkmadığını her fırsatta yüzüne vuruyordu. Amcası, kızını onunla başlık parası almadan evlendireceğini vaadiyle tekrar senelerce işlerinde çalıştırdı. Her kes onları sözlü bildiği için hiç kimse Kezban'a talip çıkmadı. Yaşı ilerledikçe sinirleri buzuluyor, Hasan'a karşı nefreti büyüyordu.

  Kezban'ın en büyük kurtuluş umutlarından birti de bendim. Beni sevdiğini biliyordum. Ama bende ciddi bir belirti görmediği için bunu bana açıklayamıyordu. Hasan da ondan soğumuştu artık. Ikisinin de başka seçenekleri kalmayınca bu evlilik gerçekleşti yani biribirleriyle zorla evlendirildiler.

  Şimdi ikisi de mutlu değil. Kezban Hasan'a hiç söz hakkı vermiyor bile. Ondan nefret ettiğini, hayatını onun mahfettiğini her zaman ve her kesin yanında söylüyor. Hasan zaten, zekaca biraz hafif, her zaman birileri tarafından idare idilmeye alışmış. Kezban bana halâ daha aşık, hem de deliler gibi. Benden teşfik görse bunu kocasının yanında da söyleyecek. ÜCUmUz ayri ayri zamanlar da olsa aynı kadının sütünü içtik. Hasan'in annesi benim annemin üvey kızkardeşi. Kezban'ın babasıyla benim babam da kardeş çocukları.

  Babamla geçen gelişimizde Kezban'in tütün devşirirken bir kaç poz resmini çekmiştim.

  Bu defa fotoğraf makinamı beraberimde getirmedim ama tabettiğim pozlar yanımdaydı. Kezban'a ait olanları kendisine verdim. Birinde yanyanaydık. Onu kalbinin üstüne bastırdı ve "Ömrüm boyunca gözüm gibi saklayacak en kıymetli varlığım bu olacak" dedi. Yanima biraz daha sokuldu. İstirahat etmem için getirdiği odasında yapayalnızdık. Bakışlarıyla beni kahrediyordu. Her şey istiyordu benden. O an, tek başımıza olduğumuz o evde, o köşedeki yatakta yapılabilecek her şeyi…Ben de en az onun kadar istekle doluydum. Fakat korkuyor, hem utanıyordum ondan. Hasan'ın solgun yüzlü, ürkek bakışlı, gariban tavırlı haliyle hep karşımdaydı. Çok geçmeden o da geldi. Annesi, ve onlara tütün düzmek için yardım etmeye gelen bir kadın dışardaydılar. Oğlen yemeğini Hasan'la yedim. Kezban bir iki kez yanımıza gelip oturdu. Hasan bia ara ondan bir el bezi getirmesini isteyince şu karşılığı aldı: "El bezi senin neyine gerek Ne zaman el bezi kullandın da bu gün kullanacaksın? Şimdiye kadar hep yaptığın gibi yine elbiselerine sil ellerini. Medenileşmen tek bu güne mi kaldı?" Sandığından, güzel kokan , dantelli tertemiz bir el bezini çıkarıp benim önüme serdi ve "Bu sadece onu kullanmasını bilene verilir" dedi. Gururdan çok utanç duydum. Hasan başını önüne mişti. O beze elimi bile sürmedim. Sofra toplandıktan bir saat kadar sonra Kezban'in içerde bulunmadığı bir sırada, Hasan: "Keşke fotoğraf makinanı yanında getirseydin, hanımla yan yana bir resmimizi çekerdin" dedi bana. Tam bu konuşma sırasında Kezban da içeri girmişti. " Nee? Seninle resim çekmek mi? Bunu yapacağıma ölürüm daha iyi!" Hasan:"Nezir'in hatırı için de mi cektirmezdin?" O da " Nezir'in hatırı için kendimi yanan tandıra bile atarım, ama biliyorum ki o benden istemediğim bir şeyi hatırı için yapmamı istemez. Bir tek sen bunu anlayamıyorsun." Ikisinin arasında çok güç durumda kaldım.

  Ben Duzköy'e döndükten sonra Kezban da basıyla beraber bizim köye geldi.

  Ben o sirada tarlalarda dolaşıyordum. En çok hoşlandığım şey kuzularını otlatan çocukların yanlarına oturup onlarla konuşmak. Beni öyle çok seviyorlarki…Bu aynı yerlerde ben de onlar gibi senelerce koyunlarımızı, kuzularımızı otlattım.

  Köye döndüğümde dayımın avlusunda oturuyor gördüm onu. Benim gelmemi bekliyordu. Orada bir süre konuştuk. Bana getirdiği armutlardan verdi. Verirken de parmaklarıyla ellerimi okşadı. Gözlerimin içine öyle ısrarlı bakıyordu ki, besbelli başımı döndürmek için gelmişti ve de bunu çok iyi de başarıyordu. Ancak bir sevişme anında duyabildiğim garip anlatılmaz bir hazla duluyordu içim.

  Kız kardeşim Fazile onunla biribirimize karşı beslediğimiz duyguları sezmişti. Önce kızdı sonra ikimizi alaya aldı. Başka gençler de gelip katıldılar. Şarkılar söyleyerek, oyunlar oynayarak, gülüşerek, sohbet ederek geç vakitlere kadar eğlendik. Her kes yattiktan sonra ben de odama çekildim ve yatağımda saatlerce Onu düşleyerek kıvrandım durdum.

  …O kadar çabuk sabah oldu ki, o gece rüyâ mı yoksa gerçekmi yaşadığımı faarkedemedim bile…Sabah saat 08.00 den önce Kezban babasının peşine takılarak tekrar o hiç sevmediği köyüne geri döndü. Bana en son olarak şunları söyledi:"Artık ölsem de gam yemem. Seninle bir günluk mutluluğum bana bir ömür boyu mutsuz olduğumu unutturdu."

  Kezban'la bu son görüşmemiz oldu. Bir kaç yıl sonra, Kezban'ın öldüğünü ve Bozköy civarında bir yerde toprağa verildiğini duydum. O gün hiç şuphesiz hayatımın en acılı günlerinden biri oldu ve günlerce kendime gelemedim.

NUR İÇİNDE YAT

Ne bir selam alıyor
ne bir selam veriyorsun
Hiç değilse beni duyabilsen
Yeni yerinden bana biraz bahsedebilsen
O yeri herkesten fazla bilmek istiyorum
Çünkü yanına ben de gelmek istiyorum.

Zamanı, zamanın dışına taşımak lazım
Yaşamak için, yıpranmaksızın ve hiç yaş almadan,
Bir tek tasavvurla bütün bunlar mümkündür;
Ve hatta en uzun yolculuklara çıkmak bile
Bir tek meteliğe ihtiyaç duymadan.

Mucizelerle dolu bir gemiye benziyor Dünya
Durmaksızın seyrediyor kendi etrafında
Bütün mucizelerin en büyüğü Yaşam bu gemide
En büyük sihirbazı da doğa ve o geminin her yerinde.

Öteki dünyadaki akibetim
Mezarların karanlığı
Cennet, cehennem, günahlarım
Bütün bunlar tanıdık gibi geliyor bana
Güncel hayatta hepsi mevcut bunların.

Her şeyi çok uzaklarda arar dururuz
Yedi kat göklerde ya da yerin merkezinde
Asıl yanıbaşımızdakiyle ilgilenmeliyiz biz
Her sabah yeniden uyanmanın bir mucize olduğunu
Ancak kendimizi iyi tanırsak anlayabiliriz.

Etrafımıza şöyle bir bakınmamız yeter
Bir böcek, bir ağaç, bir ot, bir insan
Her şey tektir doğada ve hiç bir şeyin,
Yaratılması da yok edilmasi de mümkün değil
Çok uzakta aradığımız sır içimizde saklı,
Yedi kat göğe tırmanmak gerekli değil.

Seni bilirim, beni yine de üzmek istemezsin
Elinde olsa baharda geleceğini de söylersin,
Erik ağaçları tomurcuklanınca
Kırlarda otlar yeşerince dersin.
Ben sana yine de inanmak isterim guzelim
Ve de büyüsüne gelecek baharların...

Neden olmasın !
öyle ya, neden olmasın?
Baharda erikler yeniden tomurcuklanmıyor mu ?
Karlar çekilince ölmüş otlar yeşermiyor mu ?
Geleceğim diyorsan, bilirim, gelirsin.
Gelirsin elbet!
              gelirsin de...
                  
ya o nankör böceklere
Bunu nasıl izah edersin ?..

                               Paris,2000

  Köyume bu son gelişimden sonra Avrupaya gittim ve uzun sure buralara geri gelemedim. Düşüncelerim hep onlarla beraber kaaldı. Geçenlerde bu konuyla ilgili bir yazı geçti elime. 11/3/2000 tarihli. Buraya aynen aktarıyorum:

                                                       Paris, 11/3/2000

  Son günlerde aklımdan çıkmayan bir şey var. Bir yer hayal ediyorum. Sanki daha önce oraya gitmişim gibi geliyor bana. Babamı düşünüyorum, köyümü düşünüyorum ve beni tutsak alan Avrupaya lanetler yağdırıyorum. Zaten çoktan beri Avrupa benim için ak köpüklü dalgaların kızı olmaktan çıktı artık.. İçimden bir his bana “ acele et ” diyor sanki. Orada olmayı öylesine istiyorum ki, bu isteğim içimde adeta bir çeşit acıya dönüşüyor.

  Hirit yakınlarındaki bir dağın tepesinde Babamın bir av çeperi varmış. Keklik avlamaya oraya giderdi hep. On sene kadar önce Halis abim bu konuya yeniden değindi. Bu çeper Babamın tapulu melıymış. (Ben tapu falan olduğuna pek inanmıyorum.) Babamın başka malı yoktu zaten. Köyde bize ait olan son bir tarlayla bir kaç kavak ağacını da Babam daha sağlığında oralarda yaşayan akrabalarımıza satmıştı. Koca bir dağın tepesinde orantısız, isimsiz, tapusuz bir çeper. “ iğne ucu kadar bir yer ” desem pek abartmış olmam. Üst üste konmuş bir kaç kaya parçası ve keklikler görmesinler diye de üzerlerine çırpıştılmış bir kaç ağaç dalı ve çalı çırpı...Babamın bizlere bıraktığı miraz bu işte. Beş kardeş bu iğne ucu kadar yeri nasıl paylaşacağız, aklım almıyor. Tabi Halis ağabeyim, her zaman her şeye olduğu gibi buna da hemen bir çare buluvermiş. Dedemin 50 sene, belki de 80 sene önce sattığı bazı tarlaları ve de tabi bu çeperi yeniden satmaya karar vermiş. Bana danıştığında ona sadece " sen delisin !” dedim. O zamanlar tarla satışları falan “ sözle ” yapılırdı. Abim “ ispat edemezler ” diyerek elinde çantası, bir iş adamı gibi sağa sola koşturup duruyordu. Onu bu delice fikrinden ben vazgeçirdim. Tarlalar zaten bizim değil artık. Ama çeper, o, Babamın. Bunu her kes söylüyor, her kes biliyor. İşte o yer, nerede olduğunu bile bilmediğim o yer, kalbim şimdi onun için çarpıyor. Dünyada hiç bir yere değişmem orasını. Oraya gittiğim gün Babamla randevuma gitmiş gibi olacağım. Kartal yuvası gibi bir yer olsa gerek.

  Üstelik oradan Kezban’ın mezarının olduğu yer görünüyormuş...