Leş
Boztepe' den Düzköy'ye yürüyorum. Yol boyunca tütün
devşiren bir çok köylü kadınla selamlaştım.
Tatik düzünde tatlı bir rüzgâr esiyordu.
Sevim'i düşündüm bir süre.Gece gördüğüm rüyâyı hatırladım
ve bir anlam çıkarmaya çalıştım. Birden bir
coşkunluk geldi eçime şarkılar okuyarak daha hızlı
yürümeğe başladım. Daha sonra daktiloyla yazılmış
bir sayfa çıkardım defterlerimin arasından. A.Rimbaud'un
Sarhoş gemi adlı şiiriydi bu. Bu şiiri
okumaya ve onunla sarhoş olmaya ömrüm boyunca doyamayacağım.
Her okuyuşumda ruhum büyük bir coşkuyla dolup heyecanlarım
yenileniyor.
Tam bir
yonca tarlasını geçmiştim ki burnuma pis bir koku
doldu.Bir büyük baş hayvanın ön ayaklarından birinin
iskeletine rastledım.Etleri koparılmış kemikleri
morarmıştı.Az ötede kafası, bazı kaburgaları
ve onların hemen sağında da üzerinde binlerce sineğin
uçuştuğu parçalanmış gövdesi duruyordu. Halâ
can çekişir gibi kıvrık duran arka bacakları
ve topraklaşmış iç organlarının arasında
ön ayağının diğer teki vardı.O ana kadar
ruhum öyle güzel şeylerle doluydu ki, bu zavallı köhne
iskelet bende derin bir şok etkisi yarattı. Baudelaire'in
"Leş" isimli şiirini hatırlattı bana. Etrafıma
bakınıyorum; demin gelirken gördüğüm şeylerin
hepsi yine güzel. Ama bu iskelet bütün bu güzel şeyleri zavallılaştırıyor
adeta. Ister istemez her şeyde onun kaderini görüyorum. Daha
kısa bir zaman öncesine kadar yaşayan ve çok güzel olan
bu varlık şimdi ne hallerde ve ne kadar berbat kokuyor...Onun
öldüğü şartlarda ölen hiç birimizin durumu onunkinden
farklı olamaz !..
Saat
11.25 (Düzköy yakınlarında)
Yarım
saatten fazla bir zamandır cesedin
başındayım. Ayrılmadan
önce ona Arthur Rimbaud'nun "Sarhoş
Gemi" adlı şiirini yüksek
sesle okudum.
|
1.ci sayfaya dönmek
için tıklayın
|
|