Şiirler

öncesi

devamı

  
  Leş

  Boztepe' den Düzköy'ye yürüyorum. Yol boyunca tütün devşiren bir çok köylü kadınla selamlaştım. Tatik düzünde tatlı bir rüzgâr esiyordu.
Sevim'i düşündüm bir süre.Gece gördüğüm rüyâyı hatırladım ve bir anlam çıkarmaya çalıştım. Birden bir coşkunluk geldi eçime şarkılar okuyarak daha hızlı yürümeğe başladım. Daha sonra daktiloyla yazılmış bir sayfa çıkardım defterlerimin arasından. A.Rimbaud'un Sarhoş gemi adlı şiiriydi bu. Bu şiiri okumaya ve onunla sarhoş olmaya ömrüm boyunca doyamayacağım. Her okuyuşumda ruhum büyük bir coşkuyla dolup heyecanlarım yenileniyor.

     Tam bir yonca tarlasını geçmiştim ki burnuma pis bir koku doldu.Bir büyük baş hayvanın ön ayaklarından birinin iskeletine rastledım.Etleri koparılmış kemikleri morarmıştı.Az ötede kafası, bazı kaburgaları ve onların hemen sağında da üzerinde binlerce sineğin uçuştuğu parçalanmış gövdesi duruyordu. Halâ can çekişir gibi kıvrık duran arka bacakları ve topraklaşmış iç organlarının arasında ön ayağının diğer teki vardı.O ana kadar ruhum öyle güzel şeylerle doluydu ki, bu zavallı köhne iskelet bende derin bir şok etkisi yarattı. Baudelaire'in "Leş" isimli şiirini hatırlattı bana. Etrafıma bakınıyorum; demin gelirken gördüğüm şeylerin hepsi yine güzel. Ama bu iskelet bütün bu güzel şeyleri zavallılaştırıyor adeta. Ister istemez her şeyde onun kaderini görüyorum. Daha kısa bir zaman öncesine kadar yaşayan ve çok güzel olan bu varlık şimdi ne hallerde ve ne kadar berbat kokuyor...Onun öldüğü şartlarda ölen hiç birimizin durumu onunkinden farklı olamaz !..

                                    Saat 11.25 (Düzköy yakınlarında)

Yarım saatten fazla bir zamandır cesedin başındayım. Ayrılmadan önce ona Arthur Rimbaud'nun "Sarhoş Gemi" adlı şiirini yüksek sesle okudum.

1.ci sayfaya dönmek için tıklayın