RÜYA-II
Gece
gördüĝüm rüyâyı
Sabah uyanınca bir türlü hatırlayamadım
Oldukça garip bir ruyâydı
İstanbuldaki
evimizde
-tek gözlü bir gecekondudan ibaret-
Ağabeyim ve yengemle beraber yaşıyoruz.
Öyle bir yerki,
Burasını postacılar bile pek bilmez
" Tozkoparan mah. gecekondular semti,
Halisin evi "
Demeniz bile yetmez .
Buradaki evler, biraz masallardaki gibidir
Bellerine kadar çamura batmış insanlara
benziyorlar.
Bir
keresinde koca bir yılan bulmuştuk yatağımızın
altında
Neyse, garip bir rüyadan bahsettmiştim
ya yazımın başında
İşte az önce evimize gelen, çaresiz
bir ihtiyarla
Bana rüyâmı anımsatan olur olmaz şeyler
konuştuk.
O geldiğinde ben daha pijamamla oturuyordum.
Abimin transistorlu radyosundan
Hüzünlü bir müzik dinliyordum.
Kadıncağız
çok dertli, problemleri oğluyla
Bilmiyorum aralarında neler olmuş,
Fakat zavallının şimdi gidecek
bir yeri yokmuş.
Onu dinlerken, garip bir şeyler oldu
bana ;
Sanki ruhum bedenimden sessizce uzaklaştı
Ve başka bir diyara ulaştı...
Önce sabit bakışlarımda, herşey
Gittikçe hayâlleşti,
Ve tuğladan bir duvarda gördüğüm rüyâm
resimleşti...
Yamru
yumru tepeler vardı,
Neresi olduğunü bilmediğim
Hepsi de biribirine benziyordu.
on binlerce, belki de yüz binlerce...
Ve orada,
yanına bir türlü yaklaşamadığım
bir adam
Uzaktaki bir tepeciği sulamakla meşguldü.
Saçsızdı da,
Fakat sakalları vardı ve o kadar da
uzundular ki
Onları beline iki kez dolamış
Daha bir o kadar da yerde kalmıştı.
Ne yaptımsa onun dikkatini çekemedim...
Arkasından çırılçıplak
Kilometrelerce yürüdümse de nafile
Ona bir arpa boyu bile yaklaşamadım.
Her tarafı derin çatlaklarla dolu bu tepelerde,
Yer yer insan yüzüne benzettiğim detaylar
da oldu ;
Fakat bin yıllık bir yüz bile bence
bunlardan daha taze olurdu.
Şaşkınlığım geçmedi
daha,
Çırılçıplak yürüyorum,
Ve sanki her şeyin biribirine benzediğini
Daha yeni yeni farkediyorum...
Evet, evet ! her şeyin biribirine benzediği
doğru.
Ama bu benim pek de umurumda değil.
Her yer neden aĝaçsız ve susuz,
Ben kendi kendime onu soruyorum.
Kadın göğüsleri gibi prüssüz
desem
Ama hayır, kadın göğüsleri her
zaman
Bu kadar pürüssüz değildir.
Şimdi de renkten renge geçerek kızarıyorlar,
Ve kiremit kırmızısı bir renkte
sabit kalıyorlar.
O
sakallı adam yine kayboldu
Zaten gözüm pek tutmamıştı onu.
Kızgın
bir güneş var üstümde
Keşke o adam gibi uzun sakallarım olsaydı
benim de...
Güneşten korunmama yarardı belki
Neden sonra aklıma niçin buralarda olduğum
geldi
Yoksa benim bin yıl sonraki yüzümün hali
miydi gördüklerim
?
-Kulağımda tesbih şakırtıları
O yaşlı kadın halâ yanıbaşımda
olmalı-
Arada bir nefes alırken Ahh !
çekiyor
Ve radyoda bir bateri ona sanki eşlik ediyor.
Gözlerim hala resimleşen duvarlarda
Kendimi izler gibiyim bir sinema duvarında.
Burada
kalırsam, dedim kendi kendime
Sonunda delirmek de var, fosilleşmek de.
Başladım panık içinde koşmaya
Bütün ruhumla hem koşuyor, hem uçuyorum,
Kiremit renkli kel tepelerin üzerinden,
Uzun gölgem de hiç ayrılmıyor peşimden.
Bir yerlerde birileri saklanıyor olabilir
Ne demeliyim onu gördüğüm zaman, diye düşününce
Ve bu çok çok kısa an süresince
Aylardan beridir buralarda yaşadığımı
farkettim ansızın!
Kendi kendime olmadık sorular yöneltmeye
başladım :
Mesela, dedim, şu an çırılçıplak
olmam neden?
-Unuttmuşum ki, ben gelirken de çıplaktım
zaten!-
Demin rengarenk bezenmiş vitrinler geçti
önümden
Pencereleri kağıtlarla süslenmişti,
insansız,
inişli çıkışlı bir yoldan
uzaklaşıp kayboldular.
Sanki yeni bir rüyâdaymışım gibi
Uzaklarda, müzığin değiştiğini
Ve yaşlı bir kadının uyukladığını
duyuyorum.
Bir büyük tepenin duruğuna vardığımda
Şaskınlığım daha da artıyor;
Zira önümde ufka uzanan sonsuz bir vadi
Sisli yeşillikler, cam göbeği renginde
dağlar
Ve benden pek uzak olmayan bir yerde
Kıpırdanan dev böcekler var.
Gümüş ve altın, şeffaf balıklar
Uçuşuyor önümde,
Ve sanki hepsi de
Güneşten kurunmak ister gibi yüzlerini örtmüşler.
Şu ağaç dallarında asılı
duran mendebur kara iskeletler;
Benim onlara aldırmadığım
yok ama
Onlar yine de sırıtıp duruyorlar.
Bu
da nesi?
Yer canlıymış gibi oynuyor altımda !
Taa gerilerden, çok çok uzaklardan
Bana doğru kabararak yaklaşan
Uğultu kümeleri görüyor,
Ve gök gürültüsü gibi
sesler duyuyorum.
Hiç bir şeye benzemeyen ve yerde olmayan
dağları,
Fırtınaya yakalanmış bulutları
andırıyorlar !
Tek yaprağı bile olmayan bir ağacın
altına çekiliyorum.
Güneş buradan bir portakal kadar küçük
görünüyor
Ve bir portakaldan da aciz
soluk da bir rengi var
Ay'ın ilk doğuşundaki gibi
Beş milliyar yıl önceki gibi...
Dehşet içinde kalıyorum
Saçlarım daha bir saniye geçmeden ağarıyor!
Ve tam o sırada sırılsıklam
bir yeşillikten, ansızın
Üzerime uluyarak vahşi bir kurt fırlıyor !
Ölmeme çok az kaldı derken
Ve henuz daha ölmemişken
Yeni bir dehşetle daha irkiliyorum;
Vahşi kurt, ağır ağır
yükseliyor ve beni aşıyor
Yeşil yüzlü ince bir adam da peşinden
koşuyor...
Uzaklardaki
yaşlı kadın sesini ve onun sıklaşan
iniltilerini
İşte böyle bir esnada yeniden duyuyorum ;
"Beni oğlum kovdu, defol git!" dedi.
Rüyam sanki devam ediyordu
Ve yaşlı kadın hem söyleniyor hem
ağlıyordu:
"Tanrı, benim felaketimi
dağlarda uluyan vahşi kurtlara bile
nasip etmesin."
Ben Tam "rüyâ içinde rüyâ
görüyorum?" diyecektim
Yaşlı kadının elime dokunduğunu
hissettim.
Vahşi kurt!
O daha yere inmemişti
Fakat beyaz badanalı kiremitler
Bana yeniden göründüler
Ve beni iyice uzaklaştığım
bu yere
Ruhumla geri indirdiler.
Nezir
KORKMAZ
Ist.Tozkoparan-Gecekondular,
1974