Şiirler

önce

sonra

                                                                                                                                                                      Creil, 06/08/1999

   Bu gece canım çıkmak istedi. Çok ender yaptığım bir şey bu. Creil'de Lido'ya geldim. (Paris'in elli kilometre kadar kuzeyinde çok miktarda türkün oturduğu bir şehir) Cuma amşamları buraya belli bir yaşın üzerindeki insanlar geliyorlar. Hatta burada beni tanıyanlar bile çıktı. Onlara birer kadeh ısmarladıktan sonra tek başıma oturabileceğim bir masaya çekildim.

   Buraya gelmem çok iyi oldu. Bu insanlar bana hangi sınıfa ait olmam gerektiğini öğrettiler. Henüz yaşlanmamış olup ama artık genç de olmayanların sınıfına…Işte bu gerçeği kafamda kabullenemediğim için olacak ne onlarla dans edebiliyor ne de doğru dürüst eğlenebiliyorum. Fakat sahnede dans edenleri hatta masalarında sessizce oturanları seyretmekten büyük bir zevk duyuyorum. Büyük çoğunluğunu emekli firansız çiftlerin oluşturduğu bu ikinci kuşak bireyleri sahnede gençlere taş çıkaracak muazzam bir dinamizm ve etrafa yansıyan bir iç huzuru sergiliyorlar. Onlara hayran olmamak elde değil. Belli ki emekliliğe kadar çalışmış olmak, onların bireysel gençliklerinden ve de içlerindeki yaşama sevincinden hiç bir şey alıp götürmemiş.

   Aralarda çiçekten çiçeğe konan arılar gibi birini bırakıp diğerine dönen ve belli ki boşta bir kadın arayan bazı türk gençlerine rastlamak da mümkün. Ne kadar güzel giyinmiş de alsalar onları tanımak zor olmuyor. Biriyle dans ederken bile diğerlerini göz ucuyla izlemekten hiç geri kalmıyorlar. Arap gençleri için de aynı şey söylenebilir. Daha genel bir deyimle, müslüman ülkelerin gençliğinde, çocukluktan ve gençlikten miras bir sex duyumsuzluğu söz konusu. Er veya geç bu duyumsuzluk kendini açığa vuruyor. Yasalar, kurallar, aile baskıları, ahlâk ve dine bağlı sınırlamalar, aynı değerleri kabullenmiş bir toplumda yaşadığımız sürece bizi parmakla gösterilen örnek bir insan olarak topluma kazandırıyor. Bu değerler şayet öğrenme yıllarında çok sağlam temellere oturtulmamışsa, yaşadığımız toplumun dışına çıktığımız an kısa bir sürede üzerimizdeki etkinliklerini yitirebiliyorlar ve kişi bir çeşit "Modada olana benzemeye çalışmak", "Geçmişi bir kaç adımda yakalamak…" gibi zor olan, gereksiz olan ve çoğu zaman bunalımla son bulan bir özenti dönemine giriyor. Bu, eskiyle bağlarını koparmak, yeniyle de hiç bağ kuramamak gibi isimsiz bir şeye dönüşüyor. Hani eskilerin dediğine yakın: "Hem camiden hem kiliseden olmak…" Bence benliğin yavaş yavaş yozlaşmasından başka bir şey değil bu…

   Ben de bunlardan biri olduğumu söyleyebilirim. Ne çocukluğumu, ne gençliğimi doğru dürüst yaşamadım, şimdi de yaşlanmayı bilmiyorum…

   Dün Istanbul'dan Paris'e uçakla geldim. Uçağın penceresinden yeryüzünü, bulutları ve güzel Alpleri tıpkı Tanrının penceresinden seyreden biri gibi büyük bir hayranlık duygusu içinde seyrettim. Şimdi ise, burada, bu "güzel yaşlanmasını biliyorlar" dediğim insanların arasındayım. Nedense bu ölümlüler sanki gittikçe uzaklaşan ve benim inatla binmeyi redettiğim bir trenden el sallayan son yolcular gibi geliyorlar bana. Hepsinde de uzun bir tatile gidiyorlar gibi bir memnuniyet havası var... Oysa iyice dikkat edince görüyorum ki, bazı kadınların dansederken erkeklerine sarılmaları, merdivenden düşer gibi olan yaşlı kadınların düşmemek için korkuluklara sarılmalarından farksız. Yaşlanmak galiba benim gibi onları da korkutuyor ve çalmakta olan müziğin sözlerine uygun, "eğlenerek" bu gerçeğin katılığını biraz olsun hafifletmeye çalışıyorlar: *"Eğlenelim?…eğlenelim…Gökyüzü ansızın başımıza çökmeden..."

                                                                                                            Lido, saat: 02.30

"Il faut rigolé,…rigolé… avant qui le ciél nous tombe sur la tete…"

1.ci sayfaya dönmek için tıklayın